Blogger tarafından desteklenmektedir.
30 Aralık 2015 Çarşamba

Efes Son Nefeste (Anadolu Efes 85-84 Kızılyıldız)

   Öncelikle yazıma taraftarların maça olan ilgisizliklerini anlamadığımı söyleyerek başlamak istiyorum. Abdi İpekçi'de maksimum 500 kişi vardı ve Top 16'nın ilk maçında bunu anlamak mümkün değil. Yılbaşı arefesi olduğundan mıdır, önemsiz bir maç olarak görüldüğünden midir bilinmez ama maçın ne kadar heyecanlı ve çekişmeli olduğunu görenler, maça gitmedikleri için büyük pişmanlık duymuşlardır. 
   Maça Diebler'in 3 sayı şovuyla başladık. Hücumda her şey iyi giderken, savunma için aynı şeyleri söylemek mümkün değildi. Boyalı alanı savunamadık. Zirbes ve oyunda olduğu dakikalarda Stimac, boyalı alanda "antreman" yaptılar. Ne Tyus ne de Dunston bu iki oyuncuya karşı durabildi. İvkovic en son çare olarak oyuna Ahmet'i bile soktu. Zaten rotasyona oldukça erken başlayan Sırp koç, bunun hata olduğunu çok geçmeden gördü. Savunmada berbat bir maç çıkardı Efes ve hücumda da zaman zaman tıkandı. Granger'in faul problemine girip kenarda oturması, hücumların çoğunu Heurtel'in ellerine bıraktı ve Fransız oyun kurucu maalesef iyi bir gününde değildi. Savunmada da sıkıntı iyiden iyiye büyüdü. Kızılyıldız'ın dış oyuncuları sürekli penetre üstü sayılar bulmaya başladı. Dunston ve Tyus gibi 2 önemli atletik pivot, çemberi savunmakta oldukça zorlandı. Zira Euroleague'in en iyi savunmacısı seçilmiş Dunston'dan bile her yere yetişmesini bekleyemeyiz. İlk yarıda Kızılyıldız gibi bir takımdan tam 54 sayı yedik. Evet, Kızılyıldız Euroleague'in başlarındaki o dağınık ve kötü takım değil artık ancak 2 çeyrekte 54 sayı yiyebileceğiniz bir takımda değil kesinlikle. İkinci yarıda bazı şeylerin değişmesi şarttı ve buna savunmadan başlamak oldukça önemliydi. 2. yarıda yalnızca 30 sayı yedik ve bu galibiyeti getiren en büyük faktördü. Bir diğeri de; Granger'in oyuna ağırlığını koymasıydı. İçeri penetreleri ve sorumluluk alarak attığı şutlarıyla hücumda yaşadığımız sıkıntılara ilaç gibi geldi. Kızılyıldız, Euroleague'in en iyi ikili oyun oynayan 3-4 takımından biri ve maç boyunca bunu savunamadık. İkinci yarıda yaptığımız iyi savunmaya rağmen, yediğimiz sayıların çoğu yine bu alandan geldi. Son saniyelerde gelen Saric'in basketi ise bizi haftanın sürprizinin içinde olmaktan kurtardı. Bu galibiyete aldanmadan Efes'in yaptığı hataları acilen düzeltme yoluna gitmesi gerekli. Bu maçta rakip Kızılyıldız yerine daha güçlü bir takım olsaydı; büyük farklardan geri dönerek kazanmamız mümkün olmayabilirdi. Top 16 gibi "artık Euroleague'in başladığı yer" diyebileceğimiz bir noktada bu hataların geri dönüşü olmayabilir. İvkovic artık rotasyonda kimin ne iş göreceğine karar vermeli ve bu kadar zengin bir kadronun nimetlerinden faydalanmalı. Yoksa Efes için müthiş başlayan sezon, kabus gibi sonuçlanabilir...

Fener Bildiğiniz Gibi (Fenerbahçe 82-75 Panathinaikos)

   Obradovic, uzun rotasyonunu daha ekonomik kullanabilmek için maça Vesely olmadan başladı. Sert savunma, bloklar ve top çalmalarla birlikte ilk 4 buçuk dakikayı sayıya izin vermeyerek 14-0'lık seriyle geçtik. Panathinaikos ise bulduğu üçlüklerle skor üretti. Maç boyunca tempomuz fazla inişli çıkışlıydı. Zaten bu seneki en büyük sıkıntımız rotasyon başladığında tempomuzun ve enerjimizin aşağılara düşmesi ve bu maçta da bu sıkıntıyı fazlasıyla hissettik. Sürekli iyi oynuyor gözüksekte; fazla bir şey yapmıyor gibi görünen Pana'nın skorda yakın kaldığını gördük. Bu da Pana gibi tecrübeli ve oyunun temposunu ayarlayabilen bir takımın sahip olabileceği bir özelliktir. Maç boyunca 12 top kaybı yaptık. Bu rakam çok yüksek olmasa da; çoğunun acemice olması canımızı fazlasıyla sıktı. Zira çoğunun dönüşü bizim potamızda sayıyla sonuçlandı. Skorda öne fırladığımız ve maçı koparabileceğimiz dakikalarda tempoyu yükseltip rakibi sürklase edecekken; onlar bizi yavaş set tempolarına çekti. Özellikle Pana'nın yaptığı zone pres bize çok zorlu anlar yaşattı. 8 saniyede kendi yarı alanımızı zor geçtik ve top kayıplarımızın çoğuda bu anlarda geldi. Vesely'nin oyunda olmadığı dakikalarda ribaunt almakta zorlandık ancak Udoh ve Antic'in etkili oyunu biraz olsun onun eksikliğini kapattı. Özellikle Vesely 5 faul alıp oyun dışı kaldıktan sonra Udoh'un iyi performansı oldukça kritikti. Maçın sonunda ise Antic ve Dixon'un sorumluluk almasıyla zor anlar yaşadığımız maçı rahat bir galibiyete çevirmeyi başlardık. Top 16'ya galibiyetle başlamak oldukça önemliydi, hele ki rakip Pana gibi bir takımsa. 7 sayı averajı bize Pana deplasmanında yeter mi, bunu bilmiyorum ama emin olduğum tek nokta; bu işin averaja kalmayacağı. Fenerbahçe'nin her yönüyle daha iyi bir deplasman takımı olduğunu düşünürsek, Top 16 sonunda Pana'dan daha fazla galibiyet alacağını tahmin etmekte pek güç olmaz. Sloukas'ın sakatlık dönüşü düşen formu, kısa rotasyonu için çok kritik ve takımın onun alacağı role çok ihtiyacı var. Bununla birlikte, Hickman'ın rotasyona döndürülmesi gerekli ancak haftada yalnızca bir Euroleague maçı oynayarak bu biraz zor. Kalinic geldiğinden bu yana kendi üst düzey performansının çok uzağında ve formu daha da kötüye gidiyor. Psikolojik bir düşüklük olduğu çok açık ve bu işin üstesinden de en rahat gelebilecek koçla çalışması, belki de bize hala umut vaat eden tek nokta. Udoh, Antic ve Dixon'un yükselen formları ise takımda hücum noktalarını zenginleştirmek adına oldukça kıymetli. Datome ve Vesely'de gününde olunca; Fenerbahçe'nin bileğinin bükülmesi gerçekten zor görünüyor. Konuk takımda ise hücum oldukça sınırlı ve set temposu yavaş. Zaten yıllardır alışılagelmiş Pana'nın hücumu böyle ancak onları yukarıya taşıyan nokta her zaman savunma. Obradovic'in bu sene Fenerbahçe'de uyguladığı sistemi, oynattığı oyunu çağ dışı bulanlar, bence bir Panathinaikos maçı izlemeliler...
29 Aralık 2015 Salı

İlk Elin Günahı Olmaz (Unicaja Malaga 70-62 Darüşşafaka Doğuş)

   Tarihinde ilk kez bu noktalarda mücadele eden Darüşşafaka Doğuş, Top 16 açılışını Unicaja Malaga deplasmanıyla yaptı. Malaga'da çok iyi bir ilk turun ardından grubunu 2. bitirerek Top 16'ya moralli ve güvenli geldi. Takımda Markovic gibi büyük bir eksiklik vardı. Sakatlığı nedeniyle forma giyemeyen Sırp oyuncunun eksikliği maç başından sonuna kadar ev sahibinin organizasyonlarını kötü yönde etkiledi. Takımın beyni, organizasyonların başı ve savunmanın lideri olan Markovic'den yoksun Malaga'nın neler yapabileceği ve bu açığı nasıl kapatabileceği merak konusuydu. Onun sakatlığının ardından kadroya katılan Nelson ile savunma açığı kapatılabilirdi ancak diğer konularda başka opsiyonlar düşünülmesi şart görünüyordu. Maç genelinde sert savunmalar ön plandaydı. Adam adama savunma ve zone pres tercih etti her iki takımda. Malaga hemen her hücumunda bire bir zorlama şutlara kalırken; temsilcimizde son haftaların gözde ismi Mehmet Yağmur'un ekstra skoru ve asistleri vardı. Bunun dışında maçın başlarında boyalı alanı da gayet iyi kullandı Daçka. Alıştığımızın aksine Malaga çok ritimsizdi. Bunun nedeni Daçka'nın yaptığı sert savunmadan çok Markovic'in eksikliğiydi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen her zaman en iyi yaptıkları işi yani hücum ribauntlarını yine fazlaca toplamayı başardılar. Euroleague'de en iyi hücum ribauntu yapan takım olan Malaga'yı skorda ayakta tutan ise hep bu 2. , 3. şans sayıları oldu. Sete set hücumda oldukça etkisiz kalan ev sahibi, sürekli tempoyu arttırmaya çalışarak parkede "kaos basketbolu" yaratmaya çalıştı. Kapılan toplarda hızlıca skora gidilen ve pas çevirmeden bire bir üzerinden gelen üçlükler bu maçın ana planı olmuştu. Açıkçası Malaga maçın 2. devresinde fazlaca şanslıydı. Son saniyelerde hiç olmayacak oyunculardan hiç olmayacak üçlükler buldu ve tabi ki bu topları savunmak mümkün olmadı. Bu esnada Daçka'nın hücumları tıkandı ve çembere top atamadan döndüğümüz pozisyon sayısı arttı. Son periyotta ise aradaki fark bir anda açıldı. Son çeyreğin ilk 5 dakikasında skor üretemedi Daçka. Bu dakikalarda ne kadar kötü oynasa da ev sahibinin Euroleague tecrübesi devreye girdi. 10-0'lık seriyle fark açıldı. Son periyotta yalnızca 9 sayı bulmamız bile mağlubiyeti getiren en önemli faktörlerden 2.siydi. En başta ise maç boyunca yaptığımız 17 top kaybı geliyor. Hepside çok acemice ve basit olan bu kayıplar, böyle bir deplasmanda bizim canımızı çok yaktı. 62 sayıyla maçı tamamladık ve bu skorla Euroleague'de herhangi bir takım deplasmanında kazanmak imkansızdır. En çok üzüldüğüm noktaysa; bu kadar kötü bir Malaga'yı yenememek ve bu kötü dönemlerinde hediye ettiğimiz galibiyetle onları morallendirmek. Bu kadar kötü bir Malaga'yı sene içinde çok göremezsiniz ve bu deplasmanda alabileceğimiz galibiyet Daçka için gerçekten iyi bir kredi olabilirdi. Olmadı ama yinede sevinmemiz gereken bazı noktalar var. Yalnızca 8 sayı farkla yenilmemiz, evimizde ikili averajı elimize geçirmek için iyi bir fırsat sundu bizlere...
27 Aralık 2015 Pazar

Yine Deplasman Yine Hüsran Var (Kayserispor 1-1 Galatasaray)

   Burak ve Snejder'in sakatlıkları nedeniyle oynayamadığı Galatasaray'ın; Kayserispor deplasmanındaki kadrosu 4-2-3-1 dizilişinde verilmişti ancak maç başlayınca 4-3-2-1 dizilişinden farksız bir saha yerleşimi vardı. Buna rağmen savunmada sıkıntılı dakikalar yaşadı konuk ekip. Kayserispor baskılı başladı ve bu baskının sonucunda duran toptan golü buldu. Bu dakikadan sonra riskler alan Galatasaray'da gol pozisyonu sayısı oldukça azdı. Bence en büyük hata maçın başında yapılmıştı. Orta sahasında Chedjou-Selçuk-Jose olan bir takımın nasıl gol atmasını bekledi Mustafa hoca, anlayamıyorum. Bu takım maç kaybetmez ama maçta kazanamaz. Orta sahada 5 kişi kalan bir takımın üretimi ancak bu seviyelerde olabilirdi. Ama en dikkate değer konu, bu defansif kadroyla bile bu kadar pozisyon verilmesi ve bu oldukça düşündürücü. İkinci devrenin başlarında da Podolski sakatlanınca; "şimdi ne olacak" sorusu hangimizin aklına gelmedi? Yerine oyuna giren Sinan'ın neler verebileceği belirsizdi ancak o; sağ kanada bir hareketlilik getirmeyi başardı. Jose'nin yerine Bilal'in de oyuna girmesiyle Galatasaray yüklenmeye başladı ve Sinan'ın şutunda savunmadan seken top ağlara gitti. Bu gol Sinan'ın Galatasaray formasıyla ligde attığı ilk goldü ve çok önemli bir yerde gelmesi de ayrıca önemliydi. Golden sonra oyunun temposu iyiden iyiye arttı. Her iki kalede de önemli gol pozisyonları yaşandı. Konuk ekipte Bilal ve Selçuk önderliğinde, Yasin ve Umut'un girdiği pozisyonlar vardı. Kayserispor ise Galatasaray kalesi önüne çok rahat geldi ancak son pas ve şut tercihlerinde hatalar yaptı. Maçın sonunda akıllarda kalansa 90+4. dakikada Muslera'nın ceza alanı dışında topa elle müdahalesiydi ve hakem Barış Şimşek bunu görmedi. Yazılarımda artık hakemlerden konuşmak istemiyorum ama durum kaşınıyor. Hakem arkadaşların yaptıkları hatalardan ders almamasının ve aynı hataları tekrar tekrar yapmasının ardında tek bir neden olabilir, o da art niyettir. Bu sadece bir pozisyonda yapılmış bir hata yüzünden söylenmiş bir şey değil. Aynı maç içerisinde Galatasaray aleyhinde de bir ton düdük çalındı. Bunun dışında Kayserispor için bu maçta aldığı 1 puan kendileri adına üzücü zira Galatasaray'ı çok kötü yakalamışlardı ancak bu puana da fazla itiraz edeceklerini sanmıyorum. Galatasaray cephesinde ise yine deplasman, yine hüsran. Donk transferi açıklandı dün ve bu transferin katkı sağlayacağı kanısındayım ancak bu maçtan sonra Mustafa hocanın en az 2 santrafor oyuncusu isteyeceğini düşünüyorum. Devre arası geldiği için çok şanslılar. Çünkü şampiyonluk yolunda artık hata kredileri kalmadı. Bu devre arasında gerekli transferler zor ekonomik şartlar altında yapılabilmeli ve gerekli plan oturtulabilmeli. Yani Fenerbahçe ve Beşiktaş ile puan farkının da açıldığını düşünürsek; bu dakikadan sonra aslanın şampiyonluk şansı dıdısının dıdısının dıdısı...

"Real" Bir Hayal Kırıklığı (Real Madrid 84-91 Barcelona Lassa)

   Real Madrid, evinde rakibine karşı 2009'dan beri yenilmiyordu. Ancak bu maçta durumun değişebileceği çokta uç bir tahmin değildi. Real maça geçtiğimiz haftalarda ameliyat olan Rudy Fernandez'den yoksun başlarken; konuk ekipte Carlos Arroyo ve Abrines'den yoksun başladı. Katalan ekibi maça hücumda çok yüzdeli girdi. Hızlı set temposuyla Real'ın savunmasını düşüren Barça, hücumda da Tomic ve Samuels ile birlikte boyalı alandan sayılar üretti.Ev sahibi de buna karşılık oyunu hızlandırmaya çalıştı. Llull ile birlikte topu koşturan Real bazı anlarda skorda geri geldi ancak oyunun hiçbir anında kontrolü tam anlamıyla eline geçiremedi. Barcelona koçu Xavi Pascual maç öncesinden niyetini ortaya koymuştu. "Ribauntlarda dikkatli ve boyalı alan savunmasında etkili olursak bu salondaki şanssızlığımızı kırabiliriz" demişti. Ve maçtan önce söyledikleri aynen parkeye yansıdı. Halihazırda Liga Endesa'nın en iyi savunma takımı olan katalanlar, müthiş bir alan savunması yaptı. Zone savunmaya karşı yalnızca üç sayılık atışlara yönelen ev sahibinin hücumları ise bir zamandan sonra tıkandı. Ligin en iyi hücum takımı Real, sürekli zorlama atışlara kaldı. Llull, Rodriguez ve Carroll'un arka arkaya gelen isabetli üçlüklerine rağmen Barça alan savunmasından vazgeçmedi ve boyalı alandan neredeyse hiç sayı yemedi. Real cephesinde Trey Thompkins, oyunda kaldığı süre boyunca kullanamadığı boş hücumlar ve yaptığı gereksiz faullerle sezon başından beri süregeldiği gibi takımına zarar vermeye devam etti. Yine sezon başında büyük beklentilerle takıma katılan Jeffrey Taylor'da oldukça etkisizdi. Maçın sonlarında Real skorda geriye gelmeye çalışırken 2 üçlük isabeti buldu ancak yanlış saat bile günde 2 kere doğruyu göstermez mi? Çok kolay atışlardan faydalanamadı ve en kötüsü de çok umursamaz bir tavır içerisinde olmasıydı. Sezon başında Fenerbahçe taraftarlarının çoğu Taylor'un takıma katılması için yoğun isteklerini dile getiriyordu ancak şuanda hepsinin evlerinde "ucuz atlattık" dediğine eminim. Maçın 2. yarısında Barcelona'nın üçlük yüzdesi de yukarı çıkmaya başladı. Barça kısaları ellerini kollarını sallaya sallaya boyalı alana girip çıkabildiği gibi; dışarıdan bomboş üçlük atışları da bulmaya başladı. Real boyalı alanı maç boyunca yolgeçen hanı gibiydi, kimsenin kimseden haberi yoktu. Son periyotta sakatlanan Llull'un oynayamaması ve katalanların istekli oyunu birleşince kaçınılmaz son geldi çattı. Maçın sonları gereksiz biçimde uzamasına rağmen son saniyeye kadar konsantrasyonunu kaybetmeyen Barcelona, rakibini deplasmanda tam 6 sene sonra yenmeyi başardı. Maç boyunca ribauntlarda savaştılar ve her topa bir el soktular. Takımın beyni Arroyo ve enerjisi Abrines'den yoksun bu galibiyet oldukça kıymetli. Zira bu bizlere takım olgusunun yerleştiğini ve takım içi görevlerin oturduğunu anlatıyor. Eurolague'de zorlu bir grupta olmalarına rağmen; gruptan çıkabileceklerini düşünüyorum. Buna karşıt Real Madrid için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Açıkçası maç boyunca bir an olsun bile maçı alabileceklerine inanmadım. Sakatlıktan dönen Nocioni, oynayamayan Rudy ve takımın sezon başından beri verdiği bitkin görüntü bu maçta Real'a mağlubiyetle döndü. Bana göre Euroleague'de zorlu F grubunda bulunan Real Madrid'in gruptan çıkması bu şartlarda çok zor. Umarım "keşke Eurocup'a gitseydik" diyecekleri kadar kötü bir sezon devam etmez onlar için...
26 Aralık 2015 Cumartesi

Topçular 2016'yı "4" Gözle Bekliyor (Southampton 4-0 Arsenal)

   Arsenal, St Mary's Stadium'a liderlik için çıktı. Leicester'in yenilmesinin ardından topçular, Southampton'u yenmeleri halinde uzun bir aradan sonra Christmas'ı lider geçme şansını yakalayacaktı. Ev sahibi ekibin antrenörü Koeman, ilk 11'inde enteresan değişiklikler yapmıştı (Sol kanatta Davis, sağ kanatta Mane.) Bunun nedenini de maç başlayınca anladık. Top kendilerinde iken kanatlarda oynayan bu ikili, top Arsenal'da ikense birer orta saha oyuncusuna dönüştü. Arsenal'in her maç hücum bölgesinde yaptığı pas trafiğini ve boş alan bulduklarında etkili olan hücum hattını bozmaya yönelik oyun oynayan ev sahibinin maçtan önce kurguladığı bütün planlar sahaya yansıdı. İki takımda kontrollü başladı. Sert orta saha mücadelesi şeklinde geçen maçta; ev sahibinin sağ beki Martina, ceza alanı dışına taşan topa ayağının dışıyla müthiş vurdu ve olağanüstü falsoyla giden top filelerle buluşarak uzun süre akıllarda yer edecek bir gol oldu. İki tarafında girdiği birer pozisyonla ilk yarı sona erdi.
   İkinci yarıda ev sahibinin daha çok kapanacağını beklerken; onlar alan açmayı tercih etti. Kaleye otobüs çekmek yerine, çalışılmış bir alan savunmasıyla Arsene Wenger'i şaşırttılar. Arsenal'in düzensiz her hücumu çok tehlikeli kontra ataklar olarak kendi kalesine döndü. Maç başından beri arayışlar içinde olan Long, sonunda Arsenal filelerini bulmayı başardı ve hem takımını hem kendini rahatlattı. Southampton kaptığı her topta direk kaleye gitmeye çalıştı ve farkın artması artık işten bile değildi. Bu anda bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Arsenal'in yedek kulübesi... İşler kötü gittiğinde oyuna alabileceğiniz bir hücum oyuncusu yalnızca Oxlade-Chamberlain vardı. Geri kalan oyuncularsa daha genç ve bu noktalarda oyunu kaldırmaya hazır değildi. Oxlade, maç başından beri adeta ruh gibi gezinen Campbell'in yerine oyuna girdi. Bir duran toptan gelen golle de ev sahibi skoru 3-0'a getirince; topçuların umutları maçın bitimine 20 dakika kala tükenmişti. Son dakikalarda Long gol aramaya devam etti ve 90+2. dakikada farkı 4'e çıkardı. Topçular, liderlik için geldiği, büyük umutlarla geldiği bu deplasmanda tarihinin en büyük hezimetlerinden birini yaşadı. Southampton cephesinde ise Pelle'nin eksikliğine rağmen bulunan bu 4 gol oldukça etkileyiciydi. Koeman'ın takımı skordan bağımsız olarak bu sezon belkide ilk kez kendilerinden beklenen oyunu ortaya koydu. İlk 10'da olmasını beklediğimiz takımın, artık beklenen yere dönme zamanı yakın gibi... Buna karşıt Arsenal'da Wenger'in kilise kilise gezip, türlü adaklar adaması lazım, lazım ki sakatlar takıma bir an önce dönsün. Yoksa bu yedek kulübesiyle bu sezon sonu da topçular için yine hüsran olacak. Çok büyük bir fırsat tepildi ama bu mağlubiyetin telafisi hafta içi oynanacak maçlarda yapılabilir. Zira evinde oynayacağı Bournemouth maçında; Mesut, Giroud ve Ramsey ile birlikte yapılacak güzel bir şov ve iyi bir galibiyetle her şey unutturulabilir. Bana göre Arsenal'in şampiyonluk ümitleri hala sıcak...

Leicester İçin "Box Out Day" (Liverpool 1-0 Leicester City)

   "Boxing Day" adanın futbol bayramı, Premier Lig'in güzel atmosferini daha yoğun hissedebileceğiniz o özel gün ve bu özel günde oynanan, adı heyecan verici, futbolu bekleneni veremeyen maç... Bu sezon aldığı yalnızca bir mağlubiyet bulunan, 38 puanlı lider Leicester City için Anfield Road büyük bir sınav niteliğindeydi. Liverpool günlük gülistanlık bir durumda olmasa bile, çok büyük geleneği, mazisi nice destanla dolu stadı ve sadık taraftarlarıyla lideri rüyasından uyandırmak için bekliyordu. Jurgen Klopp'un göreve gelmesinden sonra oynadığı 9 maçta yalnızca 12 puan toplayabilen Liverpool maça çok istekli başladı. Orta sahada müthiş bir pas bağlantısı kurdular ve Origi'nin savunma arkası koşularıyla pozisyon aradılar. Buna karşıt konuk ekip, yalnızca kontra atak peşindeydi. Zaten bu sezonki başarılarının anahtarı da buydu. Halihazırda Avrupa'nın en iyi kontra atak hücumcularına (Vardy,Mahrez) sahip olan Leicester City'nin bu düşüncesi bu kez sahaya yansımadı. Zaten ilk gol girişiminin 42. dakikada gelmiş olması, bize bunu kanıtlar nitelikteydi. Ev sahibinde ilk yarının sonlarına doğru sakatlanan Origi'nin yerine Benteke oyuna dahil oldu. Eylül'den beri gol atamayan ve oldukça formsuz görünen Belçikalının neler yapacağı merak konusuydu. Zira Klopp, öğrencisine olan inancını medya karşısında da defalarca gözler önüne sermişti. Maçın ilk yarısı pozisyonu az ama çoğunlukla Leicester City'nin yarı alanında oynandı. Bence konuk ekibin bu tutuk görüntüsünün sebebi maçtan önce alınmış bir karardan ötürüydü. Bu sezon Liverpool, oynadığı bütün maçlara hızlı ve istekli başladı ancak aradığı golü bulamayınca maçın sonlarına doğru oyundan düştü. Tahmin ettiğim gibi 2. yarıda daha hızlı oynamaya çalışan, önde baskı yapan bir Leicester vardı. Bu durum Liverpool stoperlerine zor anlar yaşattı. Özellikle ilk yarıda iyi bir görüntü veren, son zamanların en çok eleştirilen isimlerinden olan Sakho, ikinci yarıda adeta dökülmeye başladı. Pas hataları ve ileriye gelişigüzel yolladığı toplarla rakibin direncini dahada arttırdı. Tamda bu dakikalarda Benteke, Firmino'nun güzel hareketleriyle getirdiği topta golü bularak takımını rahatlattı. Bu onun için ve bizler için gerçekten güzel bir an oldu. Hocasının kendisine olan inancını boşa çıkartmadı ve onu izlemeyi seven bizlere de gelecek için umut aşıladı. Konuk ekibin anternörü Claudio Ranieri, son 15 dakikaya ligin en golcü iki ismini (Vardy ve Mahrez) oyundan alarak girdi. Bu andan itibaren benim için maç bitmişti. Evet, bugün ikisi de alışılagelmiş formlarından uzaktı ancak onların olmadığı bir takımda kim gol atacak... Sonuç olarak son 15 dakikasında kazananı ve kaybedeni belli olan bir maç izledik. 90+5. dakikada Benteke'nin boş kaleye atamadığı golden de bahsetmeden olmaz. Gol arayan konuk ekibin kalecisi Schmeichel dahil bütün oyuncuları bir duran top fırsatı için ceza alanındaydı. Uzaklaştırılan top sonrası ileri atılan pasta Benteke biraz yavaş davrandı. Savunma oyuncusu ona yetişmeden de rahatlıkla topa vurabilirdi ancak o, savunmacıyı çalımlamaya çalışınca çektiği şut defansın sırtına çarptı. Böylelikle uzun süre hafızalardan çıkmayacak. video paylaşım sitelerinde yerini alacak bir pozisyonu da geride bırakmış olduk. Maçı 1-0 kazandı ev sahibi ve kötü gidişe şimdilik "dur" demeyi başardı. Leicester City ise ligde 2. mağlubiyetini almış oldu (ligdeki tek yenilgisini evinde Arsenal'dan 5-2'lik skorla almştı.) Seyir zevki olmayan, orta saha mücadelesi şeklinde geçen bir maç izledik. Leicester City'nin bu sezon en kötü oyununu oynadığını söyleyebilirim. Zira Arsenal'a 5-2 yenildikleri maçta çok daha iyi oynamışlardı ve maçın hakkı da bu skor değildi. Bu sonuçla birlikte Leicester, uzun bir aradan sonra ligin zirvesinden inebilir (Arsenal'ın Southampton maçını kazanması durumunda.) Zirveyi kaybetse hatta bir daha ele geçiremese de; Leicester City'nin bu sezon yapacaklarının henüz bitmediğini hissediyorum, bekleyip göreceğiz...
24 Aralık 2015 Perşembe

Üçlük Yağmurunda Kazanan Karşıyaka (Pınar Karşıyaka 97-92 Galatasaray Odeabank)

   Karşıyaka'nın cezası nedeniyle seyircisiz oynanan maçta ev sahibi bu dezavantajı fazla hissetmedi. Bunun yanında yeni transfer Bracey Wright ilk kez parkeye çıktı. Ev sahibi ekip Iverson ve onun bıraktığı yerden Kerem ile birlikte pota altında ciddi bir üstünlük kurdu. Maç bu andan sonra adeta bir "3'lük" savaşına döndü. İlk çeyrekte Karşıyaka 7/11, Galatasaray 5/8 üçlük isabetleriyle oynadı. Böyle bir ilk çeyrekten sonra takımlar tahmin ettiğimiz gibi alan savunmasına döndü ancak bu seferde boyalı alanda derin boşluklar ve kolay atışlar oldu. Özellikle konuk ekipte Lasme oyunda olmadığı dönemlerde boyalı alanda yaşanan büyük sıkıntı önlenemedi. Dorsey iyi bir gününde değildi. Bu nedenle switch savunmaya döndü Galatasaray ve savunmasının meyvesini almaya başladı. Sarı kırmızılılar tempoyu arttırdıkları ve savunma kaynaklı sayıları buldukları anlarda farkı kapattı. İlk devre biterken göze çarpan en önemli nokta, Karşıyaka'nın 0 top kaybı yapmış olmasıydı.
   2. devre Karşıyaka oyun üstünlüğünü eline geçirdi. Josh Carter, sezon başından beri kendisinden beklenen üçlük katkısını 1 maça sığdırdı. 8/12 üç sayılık ve 2/2 serbest atışla 26 sayı üreterek takımını skorda taşıdı. Buna karşıt konuk ekipte erken atışlarla oyunu hızlandırmaya çalıştı ve skorda yeniden geri geldi. Önde baskıları ise sonuçsuz kaldı. Nispeten uzun bir 5'le ön alanda baskı sonucunda sürekli fauller geldi ve Lasme 5 faulle oyundan çıktığında maçın bitimine daha 5 dakika vardı. Bu dönemde hücumda sıkışan ev sahibi, aldığı hücum ribauntlarıyla skor üretmeye devam etti. Ergin Ataman bana göre çok büyük bir hata yaparak Eric McCollum'u çok uzun bir süre yanında oturttu. Faul problemi vardı elbette ancak hücumda bire birlere kalındığı anlar fazlasıyla yaşandı ve McColllum buralarda takımına ilaç olabilirdi.
   Bracey Wright ve Josh Carter'ın skorer oyunlarıyla Pınar Karşıyaka maçtan galibiyetle ayrılmayı başardı. Maç boyunca yalnızca 5 top kaybı yaptılar ve serbest atış yüzdelerini hep yukarılarda tuttular. Konuk takımda ise Caleb Green'in 27 sayısı galibiyet için yeterli olmadı. Galatasaray'da maçtan sonraki bir istatistik oldukça şaşırtıcıydı (üç sayılık atış yüzdelerinin serbest atış yüzdelerinden daha yüksek olması.) Her iki takımda maçı 16'şar üçlük isabetiyle kapattı ve bu yüzde maç skorunada yansıdı. Yüksek skorlu ve seyir zevki yüksek bu mücadeleden sonra takımların koçlarının düşüneceği oldukça çok sorun var ki... Karşıyaka maçın büyük çoğunluğunu oyun kurucusuz oynadı ve o bölgeye hemen bir takviye gerekli. Galatasaray'da ise Lasme'nin oyunda olmadığı bölümlerde boyalı alan savunması gerçekten düşündürücü...

Efes Başladı, Fener Bitiremedi (Anadolu Efes 93-84 Fenerbahçe)

   Öncelikle sözlerime kötü hakem yönetimiyle başlamak istiyorum. Her iki takım aleyhine de çaldığı çok basit faul düdükleriyle maçın sert bir "Euroleague" mücadelesine dönmesini güçleştirdi. Açıkçası 2. yarıdan itibarende taktir haklarının tümünü ev sahibinden yana kullandı. Türkiye'de hakemlerimizin öğrenmesi gereken bazı şeyler var. Ev sahibi takımın daha az kollanması gerektiğini anlamaları ve maçın akışkanlığını, sertliğini korumak adına, bu kadar faul düdüğüyle oyunu kesmemeleri gerekiyor. Zira diğer liglere nazaran bizim ligimiz, Avrupa'da en çok faul çalınan lig...
   Az önceki eleştirilerim, kesinlikle Anadolu Efes'in galibiyetini gölgelemesin. Hak ettiler ve Euroleague'nin en iyi savunma takımlarından birine tam 93 sayı attılar. Bir kez daha koçları İvkovic'in deyişiyle de "Biz bir hücum takımıyız" sözünü kanıtlamış oldular.
   Fenerbahçe maça sakatlığı bulunan Antic ve lig kadrosunda yer almayan Hickman'dan yoksun başladı. Obradovic'in dar bir rotasyon kullanacağı maç öncesinden süzülüyordu. Maç boyunca sadece 7 oyuncuya şans verebildi (Barış Hersek'in oynadığı 2 saniye ve Melih'in oynadığı 2 dakikayı saymayazsak.) Buna karşıt Anadolu Efes tam 9 oyunculu bir rotasyona sahipti (2 dakika oynayan Emircan'ı saymazsak.)
   Efes periyotlara hep sert ve iyi başladı. Sürekli skor bularak ve savunmada sertlik yaratarak konuk ekibe nefeslenme şansı bırakmadı. Periyotların ilk 4 dakikasında ise takım faul haklarını doldurmaları, periyot sonlarında Fenerbahçe'nin daha iyi oynamasını ve skorda geri gelmesini sağladı. Çünkü Efes'in savunması yumuşadı ve sertleştirmeye çalıştığı her an konuk ekip faul çizgisinin yolunu tuttu. Maç başında Obradovic'in çok farklı 5'lere yönelmesi İvkovic'i şaşırtsa da, o da buna karşı önlemler geliştirmeyi başardı. Fenerbahçe'nin kısa 5'lerle oynamasını gerektiren rotasyonunun çözümü çokta uzun sürmedi diyebiliriz. Özelikle Fener cephesinde Udoh ve Kalinic'in kötü performansı, Bogdanovic'in faul problemi nedeniyle fazla oyunda kalamaması mağlubiyetin gelmesindeki kilit noktalardı. Udoh hücumda yakın atışları ve yüzdeli soktuğu orta mesafe şutlarını kaçırdı, ribauntlarda da eline düşen topları alamadı. Kalinic sayı atamadan maçı tamamladı ve en kuvvetli yönü dediğimiz savunmada da bire birde tuttuğu bütün adamları kaçırdı. Bir ara Efesli Heurtel ve Fenerli Dixon'un düellosu vardı. Dixon, Heurtel'i kendi stilinde bir atma yarışına sokunca; Heurtel o dakikalarda kontrol dışına çıktı ancak maçın sonlarını iyi oynamayı başardı ve bulduğu 21 sayıyla yıldızlaştı. Dixon ise son maçlardaki yükselişine devam etti. Takımını Pınar Karşıyaka'da olduğu gibi yönetmeyi başardı ve tam 25 sayı buldu. Fenerbahçe'de Datome zaman zaman skora katkı verdi ve 15 sayı buldu. Efes'de de Granger 18 sayı 7 ribaunt ve 6 asistle Heurtel'in en büyük destekçisi oldu.
   Bir diğer konu ise, bu maçta çok iyi bir savunma takımı ile çok iyi bir hücum takımının karşı karşıya gelmesiydi. Maçın skoruna baktığımızda ise, Efes'in bu alanda da galip geldiğini görüyoruz. İlk yarı 50-50 eşitlikle tamamlanmıştı ve bu Efes için daha alışılagelmiş bir skordu. Fenerbahçe'nin buna nasıl reaksiyon vereceği merak konusuydu ancak ev sahibi ekip maç genelinde buna nispeten az izin verdi. Anadolu Efes bir maçı daha atarak kazanmış oldu ancak atarak kazanmak TBL'de iş görse de; Euroleague'de sıkıntı yaratabilir ki ilk etapta da bu sıkıntıyı fazlasıyla yaşamış bir Efes var karşımızda. Fenerbahçe'de ise ligi götürebilecek bir rotasyon var ancak Play-Off'larda ne olur bilinmez... Euroleague'de ise sert savunması, üretici yönleri ve ligde oynatamadığı oyuncularında katılımıyla birlikte daha geniş rotasyonuyla bence hala ülkemizin Final Four'a en yakın takımı...
21 Aralık 2015 Pazartesi

Topçular Çok "Mesut" (Arsenal 2-1 Manchester City)

   Lig 2.si Arsenal ve 1 puan gerisinde 3. sırada bulunan Manchester City'nin karşı karşıya geldiği, ligin kaderini etkilemese de; gidişatını oldukça etkileyen bir maçı geride bıraktık. Topçular sürekli topa sahip oldu ve kısa paslarla maçta üstünlüğü kurdu. Konuk ekibin oyuna girmesi ise uzun sürmedi. Ayağa çıkamayan Arsenal savunma oyuncularına yaptıkları önde baskı, topçuları sürekli uzun toplarla hücuma çıkmaya itti. Bu tip durumlarda da Giroud gibi bir santraforunuz varsa; fazla sıkıntı yaşamıyorsunuz. Fransız forvet, uzun topları indirdi ve ayağında tutarak takımını hücuma çıkarmayı başardı. Mesut ve Ramsey ise orta sahada müthiş bir pas bağlantısı kurdu. İlk yarıda De Bruyne'nin kaçırdığı gol (içerde bomboş Silva beklerken kaleye vurması) belkide maçın kırılma noktası oldu. Mesut'un sol tarafa attığı güzel pasta, Walcott sağına çekip müthiş vurdu ve topçuları öne geçirdi. İlk yarının son dakikasında ise yine Mesut, yine sol tarafına harika bir pas attı ve Giroud güçlü sol ayağıyla güzel bir vuruş yaparak farkı 2'ye çıkardı. Mesut, bu maçta yaptığı 2 asistle birlikte bu sezon 15. asistine ulaştı. Gerçekten ulaşılması güç ve Henry'nin rekorunu kırmaya göz kırpan bir performans. Açıkçası 2. yarıda M.City'nin daha etkili olmasını bekledim. Özellikle 2. yarının başında Pellegrini'nin Delph'in yerine Sterling'i oyuna alması buna işaretti ama Arsenal 2. yarıda dahada iyiydi. Topçular çok boş alan buldular. Kanatlarınızda Campbell ve Walcott gibi iki hızlı ve çabuk oyuncu ve bu oyuncuları topla buluşturabilecek harika bir pasör Mesut olunca da bu boş alanları çok iyi değerlendirebiliyorsunuz. Ev sahibi ekipte bunu uyguladı ancak Campbell'in son pas ve vuruşlardaki beceriksizliği farkın açılmasına engel oldu. Ramsey ve Giroud'unda pozisyonları vardı ancak golle sonuçlanmadı. Maçın son 15 dakikasında ise ev sahibi maçın temposunu düşürmeye çalıştı. 82. dakikada Yaya Toure inanılmaz bir ayak içi plase ile golü buldu hemde sol ayağıyla, ceza alanı çizgisinden. Bu gol konuk ekibin umutlarını arttırsa da; Arsenal son dakikaları çok kontrollü oynamayı başardı ve sahadan 2-1 galip ayrılan taraf oldu. Bu sonuçla topçular, lig lideri Leicester City ile arasındaki puan farkını 2'ye düşürürken, ligde 3. sırada bulunan bu maçtaki rakibi M.City ile olan puan farkını da 4'e çıkarmış oldu. M.City kanadı bir an önce sakatlıktan dönen Agüero ve Silva'nın formunu yukarı taşımalı. Takımdaki yüksek kaliteye rağmen bu 2 oyuncu olmazsa olmaz... Arsenal kanadında ise bu galibiyetin ligin kaderini etkilediğini söylemek için henüz çok erken ancak söylenmesi gereken bir şey varsa o da; Arsenal son yıllarda zirveye hiç bu kadar yakın olmamıştı...
20 Aralık 2015 Pazar

Başkentte Kötünün İyisi Fener... (Gençlerbirliği 0-1 Fenerbahçe)

   Vitor Pereira geçen hafta yaşanan olaydan sonra yinede maça Fernandao ile başlamayı tercih etti. Van Persie'nin sakatlıktan sonra maç eksiği olması bence kabul edilebilir tek neden. Zira o hareketleri yapan ve taraftarın dahi tepkisini çeken bir oyuncu bir sonraki hafta ödüllendirilircesine ilk 11'de oynatılmaz. Fenerbahçe maça sağlı sollu ortalarla başladı. Bu bize Fernandao'nun neden oynadığının bir başka cevabıydı sanki. İlk 8 dakikada Fernandao tam 3 kez kafa vuruşu şansı buldu ancak değerlendiremedi. Top hep sarı lacivertlilerdeydi ve ayağa pas yapmaya çalıştılar. Ev sahibi ekip ise kazandığı toplarla kontra atağa çıkmayı denedi. Buna karşıt Fenerbahçe, önde baskı yaptı, baskı sonuçsuz kalıncada faul yaptı. Sağ kanatta Gökhan-Markovic ikilisiyle etkili olmaya çalışan Fener'in aradığı gol Markovic'in pas diyebileceğimiz ortasıyla Fernandao'dan geldi. Maçta tempo bazı aralıklar dışında oldukça düşüktü. Zaten konuk ekibin istediği de buydu. Orta sahada Souza-Topal ikilisiyle nasıl tempo yapılır, bu da bambaşka bir sorun. Nani maç boyunca gereksiz bir sinirlilik halindeydi. Maçı tek sarı kartla bitirdiği için çok şanslı. Kjaer son haftalarda alıştığımız gibi kusursuz oynadı. Gelen her topu kesti. Özellikle maç 2. yarıda çok sertleşti. Ligin en fazla faul yapan 2 takımı da karşı karşıya olunca oyunun sürekli durması da kaçınılmaz oldu. 58. dakikada Diego'nun ceza alanı içinde itildiği bir pozisyon yaşandı ve bence penaltıydı. Birde 80. dakikada Bruno Alves'in hızlı hücumu "Yugoslav" faulüyle kesmesi sonucu pozisyonun kartsız geçilmesi inanılacak gibi değildi. Hakem bunları nasıl kaçırdı bilinmez ama maç boyunca kafası sanki başka bir yerde gibiydi. E o da haklı tabi, çok yüklenmemek lazım. Çünkü maçta sıkılmamak ve ya başka bir şey düşünmemek mümkün değildi. Gol dışında ilk net gol pozisyonunun 67. dakikada yaşanması bizlere maç hakkında her şeyi anlatıyor olsa gerek. Bu dakikadan sonra 1-2 pozisyona daha giren ancak değerlendiremeyen Fenerbahçe sıkıcı bir maçtan daha galibiyetle ayrılmayı başardı. Maç sonunda aklımda kalan resim ise, Fernandao'nun yerine oyuna giren Van Persie'nin kendisiyle tokalaşmamasıydı. Hatırlayacağınız üzere; geçen hafta Fernandao oyundan alınırken yavaş hareketleriyle taraftarın tepkisini çekmiş, yerine oyuna giren Van Persie ile tokalaşmamış ve direk soyunma odasına yönelmişti. Bu ikilinin arasındaki soğuk rüzgarlar ne zaman diner ya da dinmez mi bilinmez ama Fernandao'nun "havasını" birisinin alması gerekli. Bunun dışında gördükleri sarı kartlarla Nani ve Fernandao bir sonraki maçta cezalı duruma düştü. Birazda ev sahibi hakkında konuşacak olursak; maç boyunca gol pozisyonu hatta eli ayağı düzgün atak girişiminde bile bulunamadılar. Bu sıkıntı sadece bu maçta olsa belki bu kadar göze batmazdı ancak sezon başından beri Gençlerbirliği'nin ne oynadığı belli değil. El Kabir ile birlikte kör topal ilerliyorlar. Kalitesiz yabancılar, zayıf kadro ve sürekli değişen teknik direktörler... İlhan Cavcav'ın 1'e alıp 100'e sattığı o oyncular nerede... Alt yapı üretimi durdu. Sürekli yaşanan teknik direktör değişiklikleri genç oyuncuların gelişimlerini de etkiliyor. Her şeyi geçtim, kulübün bir planı yok, planı...
13 Aralık 2015 Pazar

Fener İte Kaka... (Fenerbahçe 1-0 Medipol Başakşehir)

   Sözlerime başlamadan önce maçı izlemeyenlerin çok bir şey kaybetmediğini söylemek istiyorum. Gerçi bu cümleyi sezon başından beri hemen hemen her Fenerbahçe maçından sonra söyledim ama... Son Celtic maçında sorumsuzca oyundan atılan Diego ve sakatlıktan dönen Van Persie maça yedek kulübesinde başladı. Fenerbahçe maça oldukça hızlı girdi. Erken baskı kurma çabalarına karşıt, Başakşehir ayağa top yaparak oyun hızını azaltmaya çalıştı. Henüz dakikalar 16'yı gösterdiğinde Alper sakatlandı ve yerine Markovic girdi. İlk yarının ortaları ise orta sahada sert ikili mücadelelere sahne oldu. Cüneyt Çakır kartlarını kullanmaktan çekindi. Belkide 1-2 sarı kart göstermiş olsaydı; maçın bu kadar sertleşmesinin önüne geçebilir ve ikinci yarıda çoğunlukta olmak üzere sert müdahaleler sonucu bolca kartını kullanmayabilirdi. İlk yarının son 10 dakikasında sarı lacivertliler oyunu rakip sahaya yıktı. 36. dakikada Josef'in golü ofsayt gerekçesiyle sayılmadı ki tartışmasız doğru bir karardı. Her iki tarafında yakaladığı 1-2 cılız pozisyon ile birlikte ilk yarı sona erdi. İkinci yarıda ise yine Fenerbahçe'nin hızlı oynama çabaları vardı. 59. dakikada Vitor Pereira son 2 oyuncu değişikliği hakkını da kullandı. Fernandao yerine Van Persie, Ozan Tufan yerine ise Diego oyuna dahil oldu. Oyundan çıkarken Fernandao'nun tavrı ise çok gereksizdi. Sahadan yavaş adımlarla çıkarken taraftarın tepkisini çekti, Van Persie ile tokalaşmadı ve direk soyunma odasına gitti. Bugün çok etkisiz ve kötü oynadı, oyundan alındığı için takındığı bu tavır gerçekten anlamsızdı. Zira yerine geldiği günden beri çok göremesekte, bir dünya yıldızı Van Persie giriyordu. Bu değişikliklerden 10 dakika sonra Başakşehir'de Badji 2. sarıdan kırmızı kartla oyundan atıldı. Bu dakikadan öncede oyundan atılabilecek hareketler yapmıştı. Açıkçası çok geç kalınmış bir kart oldu ancak Cüneyt hocadan bahsederken söylediğim gibi; belkide 1-2 sarı kart göstermiş olsaydı sertlik devam etmeyebilir ve her iki takımda maçı 11 kişi tamamlayabilirdi. Bu dakikadan sonra Fenerbahçe baskısını arttırdı. 84. dakikada o dakikaya kadar sahanın en kötüsü Nani müthiş bir gol attı ve takımını galibiyete taşıdı. Eğer Başakşehir 10 kişi kalmamış olsaydı, sarı lacivertliler bu maçı kazanabilir miydi? Bence hayır. 10 kişiyken bile gol pozisyonuna girebilen Başakşehir takımı bu maçta en az Fenerbahçe kadar puanı haketmişti. Zaten maçın hakkı beraberlikti ama kaliteli ayaklar ve büyük taraftar desteği  Fenerbahçe'ye 3 puanı getirdi. Bana göre maçın en iyisi Fenerbahçe'nin başarılı stoperi Kjaer idi. Zaten bu bilgi bile maç hakkında bazı veriler veriyor bizlere. Müdahele edebileceği her topa müdahale etti, her hava topunu aldı, arkadaşlarının açıklarını kapatı ve 2-3 tane direk gole giden atak kesti. Bütün bunlara rağmen belkide arkadaşlarına bağırırken daha çok yoruldu. Sarı lacivertliler zaman zaman geriden top çıkaramadı. Pas atacak oyuncu yoktu hatta bazen kapılan toplar bile geriye oynanarak taraftarın tepkisini topladı. Geneli itibariyle sert mücadeleye sahne olan zaman zaman pozisyonlar, zaman zaman hızlanan oyun ama çoğunlukla orta sahaya sıkışan topun olduğu bir maçı geride bırakmış olduk.
12 Aralık 2015 Cumartesi

Banvit Zoru Sever. (Banvit 82-75 Galatasaray Odeabank)

   Banvit maça baş antrenörü Selçuk Ernak'dan yoksun başladı. Zira kendisi geçen hafta oynanan lig maçında saha dışına gönderildiği için bu maç cezalıydı. Onun yerine takımın başında maça Rüçhan Tamsöz çıktı. Banvit maça oldukça sert savunmayla başladı. Bunun yanında hücumda da iç-dış dengesini yakalayarak çok yüzdeli oynadı. Galatasaray ise hücumda üretimden yoksun, savunmada oldukça yumuşaktı. Bire bir zorlama şutlar dışında hemen hemen hiç bir pozisyon bulamadılar ve koç Ergin Ataman, oyun içinde hangi hamleyi yaparsa yapsın buna çare bulamadı. İlk periyot sonunda ise skor 26-9 Banvit lehineydi ve Bandırma ekibinin skorer oyuncusu Johnson attığı 11 sayıyla tek başına Galatasaray'dan daha fazla sayı bulmayı başarmıştı. 2. periyot ise Galatasaray geri dönebilmek için çeşitli denemelere başvurdu. Bu anlarda da Rüçhan Tamsöz molalarını kullandı ve takımının skorda yakalanmasına izin vermedi. Özellikle Galatasaray'ın ön alanda baskıyı tek kısalı sistemle yapmayı denemesi bence hataydı. Galatasaray 4 uzunuyla; Banvit'in 3 kısalı sisteminde adam bulmakta oldukça zorlandı. Bu esnada Banvit'de switch savunmaya dönünce; sarı kırmızılılarda kendi adına hücumunda avantaj yakalamış oldu. Boyalı alanı Lasme-Dorsey ikilisiyle domine ettiler. Banvit bu bölümde alan savunmasına geçseydi; belkide savunmada bu kadar sıkıntı yaşamayacaktı. Buna rağmen devreye 50-32 önde gitti Bandırma temsilcisi. 3. periyotta ise tam anlamıyla Galatasaray'ın geri dönüşüne şahit olduk. Lasme ve McCollum skorda takımlarını sırtlarken; periyot boyunca Banvit yalnızca 13 sayı bulabildi. Bu sayıların 6'sı 2 üçlük isabetiyle maç başından beri şutu riske edilen Fortson'dan geldi. 3. periyot skoru 32-13 Galatasaray lehine olunca da maçın rengi son periyoda girerken tamamen değişmiş oldu. Son periyotta ise Banvit oyun üstünlüğünü ele geçirince, skorda da öne geçmesi uzun sürmedi. Zaman zaman oyuncular arasında gergin anlar yaşandı. Özellikle Vidmar'ın bu gerginlikler içinde olması beni çok şaşırttı. Çünkü oyun karakteri içinde agresiflik çok ön planda değildir. Bunun dışında Galatasaray hücumları yine durdu. İlk periyotta olduğu gibi bire bir üzerinden zorlama atışlarını ve erken deneme atışlarını bolca izledik. Buna karşıt Banvit'de Dominique Johnson ve Fortson önderliğinde hücumlarında bir şeyler üretmeye devam etti. Çok çekişmeli geçen son periyodun ardından Banvit zora soktuğu maçta Galatasaray OB'yi 82-75 ile geçmeyi başardı.
11 Aralık 2015 Cuma

A Grubunun Lideri Fenerbahçe (Fenerbahçe 79-61 Kızılyıldız)

    Fenerbahçe maça Vesely'nin olmadığı bir ilk 5 ile başladı. Çek uzunun geçirdiği gribal enfeksiyon nedeniyle bu maçta daha az kullanılması planlanmıştı. Bu sıkıntılı haberin yanında birde sevindirici haber vardı sarı lacivertlilerde. Neredeyse 10 aydır sakatlığı sebebiyle oynayamayan Hickman bu maçta kadrodaydı. Maça Kızılyıldız iyi başladı. Zirbes pota altını domine etti. O, oyunda olmadığı zamanlarda da kaldığı yerden Stimac devam etti. Fazla hücum ribaundu verdik. Açıkçası maça çok konsantre olmamıştık ki bu seyircindende anlaşılıyordu. Enerjimiz yok gibiydi ve bu savunmamıza kötü yansıdı. Dipten gelen 3'lüklere engel olamadık. Bütün bunlara rağmen bir şekilde sürekli oyunun içinde kalmamızda Euroleague'de nasıl bir takım haline geldiğimizi gösterir cinstendi. İlk 6 dakikada 15 sayı yedikten sonra Vesely'nin oyuna girmesiyle işler düzelmeye başladı. Savunmada işler düzeldi ancak hücumda organizasyon sıkıntısı yaşadık. Sürekli bire birlere kaldık. Bu da bizim sene başından beri iyi yaptığımız asist oranlarımızı düşürdü. 2. periyodun ortalarında Kızılyıldız'ın 11 asistine karşılık; Fenerbahçe'nin yalnızca 3 asisti vardı. Bütün devre geride gittik ancak devre arasına önde girmeyi başardık. 2. devre ise Fenerbahçe oyuna bambaşka bir şekilde başladı. Soyunma odasında Obradovic neler yaptı, neler söyledi bilinmez ancak bu değişimin onun işi olduğu su götürmez bir gerçekti. Vesely, yüzde yüz sağlığında olmamasına rağmen; top çalması, bloğu ve sayılarıyla takımına aradığı enerjiyi sağladı. Onun bıraktığı yerdende Datome devam edince maç iyiden iyiye koptu. Udoh'un da 4 blokluk şovu görülmeye değerdi. Çemberi karartmak dedikleri bu olsa gerek. Maçın son dakikasında Hickman oyuna girsin diye sahadaki oyunculara faul yapmaları için bağıran ve girdikten sonrada o ilk sayısını atana kadar kendisine desteği bırakmayan Fenerbahçe taraftarlarının yarattığı atmosferide unutmamak gerek. Bütün bunlarla birlikte istediğimizi aldık. Top16'ya 1 maç kala grup liderliğini garantileyerek önemli bir rahatlığa sahip olduk. Bu zamandan sonra artık Top16 ve ilerisinde neler yapılabilir, bunları düşünmeye ve konuşmaya başlamak lazım. Bu takım kadrosuna katacağı bir uzun ve Hickman'ın da kısa rotasyonuna katkısıyla sezon başından beri söylediğim gibi; Final Four için ülkemiz takımları arasında en güçlü aday. Tebrikler Fenerbahçe...

Daçka İşi Son Maça Bıraktı (CSKA Moskova 94-66 Darüşşafaka Doğuş)

   Maç başlamadan ilk 5 kağıdında en dikkat çeken; boyalı alandaki avantajımızdı. Zira CSKA 5 numarada 1.98'lik Hines'ı kullanırken; biz Semih Erden ile başladık. Saha içinde görülen tek avantajımız buydu ancak olaylar öyle gelişmedi. Hines maça 3 blokla başladı ve "çember savunucu nasıl olur" dersi verdi. Hücumda da Semih'e üstünlük kurunca Oktay Mahmuti hemen Slaughter'a döndü. Onun oyuna girmesiyle savunma sertliğimiz ve ribaund mücadelemiz yukarı çıktı. Gordon'da oyuna girip hücumda işleri yoluna koyunca; açılan fark kapandı. Rakipte ise Teodosic kendisini hatırlattı. Euroleague'de 2000 sayı barajını geçti ve Euroleague tarihinde en fazla 3'lük isabeti bulan 6. oyuncu olmayı başardı. Bütün bu olumsuzluklara rağmen aldığımız her moladan iyi serilerle döndük. Maçtan kopmadık. Özellikle 3 kısayla oynadığımız dönemlerde rakibe üstünlük kurduk. Adam adama savunmada CSKA'nın hızını kesmeyi başardık ancak ne zaman zone savunmaya dönsek 3'lükleri hızla yemeye başladık. Sezon başından beri  Daçka'nın en büyük problemi olan hücumda kopukluk ve akıcılıktan yoksunluk 3. periyotta baş gösterdi. Sadece 7 sayı bulabildiğimiz periyotta fark 30'lara çıkınca geri dönüş imkansız hale geldi. Maçın geri kalanı skoru daha kabul edilebilir noktalara çekmeye çalışmakla geçti. CSKA Moskova rahat bir galibiyet alıp grup liderliği şansını sürdürürken; Darüşşafaka Doğuş ise Top16 şansını son maça bıraktı. Bizim için Top16'yı garantileme adına iyi bir şanstı ancak hedef maçımız mıydı diye sorarsanız; bence cevabı hayır. Zira son maçımızda kendi evimizde Maccabi'yi ağırlayacağız. Alınacak her türlü galibiyet hatta 10 ve altı farklarla alacağımız mağlubiyetlerde bile Top16 yapacağımızı düşünürsek; bu yolda oldukça avantajlıyız. Maccabi'yle ilgili endişe veren noktalar ise Tabak'ın koçluğa getirilmesinden sonra aldığı radikal kararlar ve takımın yükselen formu. Buna rağmen bu noktadan sonra Top16 yapmak sadece ve sadece bize bağlı konumda. Eğer grubu geçersek bu Maccabi'nin başarısızlığından daha çok bizim başarımız olacağı gibi; geçemezsekte bu Maccabi'nin başarısından çok bizim başarısızlığımız olacaktır.

Yeniden Aranızdayım !!!

Kişisel bazı nedenlerle yazılarıma ara vermek durumunda kalmıştım ancak bugün oynanacak CSKA Moskova-Darüşşafaka Doğuş ve Fenerbahçe-Kızılyıldız Turkish Airlines Euroleague mücadeleleriyle aranıza dönüyorum. Geçen senelerde olduğu gibi bu senede aktaracağım spor dalları;
snooker, futbol ve basketbol olacaktır. Bunun yanında yeni ele almaya başlayacağım spor dallarını da önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşacağım. Sorularınızı, yorumlarınızı ve isteklerinizi bana aşağıda belirteceğim sosyal medya adreslerinden iletmeniz mümkündür. Herkese spor dolu bir sezon diliyorum.


https://twitter.com/BilbanBurc12
www.facebook.com/burc.bilban